15 Kasım 2010 Pazartesi

zümrüt-ü anka

hep oyunbozandım ben ..

ebe olduğunda oynamıycam ben diye kenara oturan , top benim kuralları ben koyarım diye mızlanan ve lafını sözünü söyleyip hıh! diye arkasını dönüp tribin tiradını yazan çocuktum ben ..

sırf huzursuzluk çıkmasın diye sineye çekilen , alttan alınan , yeri geldi mi fasülyeden olandım ..

annesinin pamuklara sardığı , babasının arkasında bi kaşık daha yesin diye türlü şaklabanlık yaptığı pamuk prenses , kuğu olmaya hazırlanan çirkin ördek yavrusuydum ben ..

sevilen arkadaş, beğenilen , gıpte edilen öğrenci , özlenen sevgiliydim sonra .. cam fanuslarda muhafaza edilen , narin, nazik tek olandım ben ..


sonra ..

büyüdüm ..

ne beğenmediğim oyunu bozabildim , ne mutsuzluğumda ardımı dönüp gidebildim , ne attığım tiradlar , ne çığlıklarım duyuldu .. ne de bi mendil veren oldu döktüğüm gözyaşlarını kurulamaya .. ne insanlığım, ne iyiliğim ne de iyi duygularım takdir edildi bi daha ..

cam fanusumu çekiçlerle kırdılar , prensesin makyajı aktı ardından .. saat 12 yi geçti diyerek küllerin arasına attı beni hayat ..

şimdiyse elime saçma bi umut tutuşturdu .. buruş buruş .. eciş bücüş ..

diyor ki ..

"Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacı'nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş...

Kuşlar Simurg’a inanır ve onun kendilerine kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg’u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.

Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg’un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg’un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg’un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.

Ancak Simurg’un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı’nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş.

Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp;

Papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş (oysa tüyler yüzünden kafese kapatılırmış);

Kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış;

Baykuş yıkıntılarını özlemiş,

Balıkçıl kuşu bataklığını.

Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış.

Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi “şaşkınlık” ve sonuncusu Yedinci Vadi “yok oluş” ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş… Kaf Dağı’na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

Simurg’un yuvasını bulunca öğrenmişler ki;

“SIMURG ANKA – Otuz Kuş” demekmiş.

Onların hepsi Simurg’muş. Her biri de Simurg’muş.

Simurg Anka’yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yok oluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız.

şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır… "

şaşkınlıkla seğrediyorum hayatın bana yakıştırdığı rol modeli .. sahnedeki beni seyirci koltuğundan hayretle seğrediyorum .. bazen ağlayıp bazen ağzımı kocaman açıp gülüyorum .. ve geçiriyorum içimden .. incecik bi düşünce .. bunun ardında sadece "yok oluş" var.. "kötü"ye alıştıktan sonra "daha kötü" ne kadar can yakabilir ki?

değil mi ki küllerinden doğmuş zümrüt-ü anka .. ben neden doğmayayım .. hem bi sonraki sahnemde daha fazla tiradım ve daha fazla gülümsediğim an var ..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder